top of page

Duygusal Mekanlar ve Haritalar

Güncelleme tarihi: 27 Haz

Selam, oldukça uzun bir aradan sonra geri döndüm. Nasılsınız? Otomatikleşmiş hayatlarımızda “iyiyiz” dediğinizi duyar gibiyim.


Çok da uzak olmayan bir geçmişte şehir plancısı olduğuma inanıyordum, biliyorsunuz. Sonuçta, başarıyla tamamladığım bir üniversite eğitiminin ardından böyle düşünmem oldukça normal değil mi? Gerçek anlamda mesleğimi icra etme şansım olmasa da hayatımın her noktasında aslında onu bir şekilde yaşadığımı biliyordum. Bu yazı da tam olarak bunun bir kanıtı niteliğinde olacak.


Modern dünyada, eğer biraz hassas bir ruhla var olmaya çalışıyorsanız her an mutlu, umutlu, sakin ve özgüvenli kalmak neredeyse imkânsız hale geliyor. Hepimiz gün içinde binlerce duygu arasında kayboluyoruz. Duygular arasında öylesine hızlı geçişler yaşıyoruz ki, birini tam anlayamadan diğerinin içinde buluyoruz kendimizi. Yine böyle günlerden birinde, duygularımızın da mekânsal benzerlikleri olabileceğini ve aslında bir duygular şehrinin sokaklarında gezdiğimizi fark ettim. Bu yaklaşımın, duyguları anlamlandırmakta ve tekrar yaşadığımızda çıkış yolunu daha kolay bulmakta ne kadar etkili olduğunu düşündüm. Duygusal haritalar oluşturmak... Üstelik bunun için şehir plancısı olmanıza gerek yok. Çünkü size rehberlik etmek için ben buradayım.


Hadi o zaman başlayalım.


DUYGUSAL HARİTALAR NEDEN ÖNEMLİDİR?


Son zamanlarda, duygularımla ilgili çok fazla şeyi aynı anda düşündüğümü ve bir çıkmaza sürüklendiğimi fark ettim. Sanki tuğlalarını kendi ellerimle ördüğüm; her birini, düşündüğüm en kötü şeylerle ve yaşadığım tüm olumsuzluklarla harçladığım; pencere bile açmadığım için karanlıkta kaldığım devasa bir odada gittikçe daha da dibe battığımı hissediyordum. Dünyanın, ülkenin, insanların ve kendi hayat yolculuğumun da bu hislerimde payı olduğunu elbette biliyordum. Eskiden gözlerimi kapattığımda hayalini kurduğum yerlerin ve olayların birer hayal olarak kaldığını görmek, bu karanlık mekâna daha da hapsolmama neden olmuştu.


Duygularım, olaylara verdiğim tepkiler sadece geçici ve yüzeysel değildi. Her duygu, beni zihnimdeki belirli bir mekâna yönlendiren içsel bir pusula gibiydi. Çoğu zaman doğru yönü gösterse de bazen bozulabiliyor, hep kuzeyi –yani hayal kırıklıklarını ve "keşke"leri– göstererek beni bir noktaya sabitleyebiliyordu.


Hepimizin duygusal bir haritası var. Nasıl ki bilmediğimiz bir şehirde yön bulmak için navigasyon kullanıyorsak, içsel dünyamızda yön bulmak için de bu haritalara ihtiyacımız var. Öyle anlar geliyor ki, tıpkı avucumuzun içi gibi bildiğimiz sokaklarda bile haritaya ihtiyaç duyuyoruz. Zihnimiz de şehirler gibidir; sürekli bir inşa, yıkım ve yeniden yapım halindedir. Yıkılan binalar, düşlerimiz; yeniden yapılan yollar, hayallerimiz; yüzlerce kez yanından geçip fark etmediğimiz dükkanlar, hislerimiz; görkemli yapılar, başarılarımız ve mutluluklarımız; harabelerse geçmişte kalmış, unutamadığımız acılarımızdır.


DUYGULARIN COĞRAFYASI

Her duygunun bir mekânsal ve coğrafi karşılığı vardır. Çocukluğumuzdan beri izlediğimiz filmler, okuduğumuz kitaplar, sanat eserleri bu karşılıkları bize sunmuştur. Ve genellikle bu duygular ‘doğa’yla ilişkilendirilmiştir. Sebebi çok açık, değil mi?


  • Öfke, her zaman volkanlar, dev dalgalar ya da kasırgalarla anlatılır. Sessizce birikenlerin, aniden ve kontrolsüzce patlaması. Çoğu zaman telafisi olmayan doğal afetler gibi... Herkesin geleceğini bildiği ama asla durduramadığı.

  • Sevinç, bir çiçek tarlası, yağmur sonrası beliren gökkuşağı, denizdeki yakamoz, eşsiz bir gün batımı gibidir. Her biri kısa, yoğun ve tekrarlandığında bile farklı güzelliktedir. Sonsuza kadar süremeyecek ama varlığıyla kıymetli olan anlar.

  • Hüzün, bir bataklıktır. Dibe çektikçe boğar, başka birinin yardımı olmadan kurtulmak neredeyse imkânsızdır. Ya da kapkaranlık bulutlarla dolu bir gökyüzüdür. Güneş bir gün görünse bile hüzünden geriye kalan bir kara bulut hep tepemizdedir. Beynimizde yer etmese de kalbimizde iz bırakır.


Ama bir duygu var ki mekânsal karşılığı hepimiz için farklıdır: Hangisi mi? Yas.


Benim için yas, yıldızlı bir gecedir. Tüm mutluluklar, sevinçler ve hüzünler o karanlık boşlukta sadece birer minik yıldız gibi görünür. Işıkla dolu bir günün ardından aniden karanlıkta kalmak ve geçen uzun bir süreden sonra, o yıldızları fark edebilmek için gözlerimizin alışması gerekir. Hatta bazen onlara odaklanmak için bir teleskopa ihtiyaç duyarız. Ama ne yaparsak yapalım bir daha eski aydınlığa kavuşmak mümkün değildir ve karanlıkta göreyi öğrenmek gereklidir.


Duyguların çoğu insanlık için ortak olabilir. Ama herkesin içsel dünyasında yarattığı karşılık kendine özgüdür. Sevinç benim için bir ayçiçeği tarlası ve bulutlarla kaplı bir gökyüzü olabilirken, başkası için bir lale bahçesi olabilir.


Önemli olan, zihnimizde ve kalbimizde tüm duygulara yer açmak ve onların içinde kaybolmadan yönümüzü bulmayı öğrenmektir. Çünkü duygular düşmanımız değil, öğretmenimizdir. Asıl sorun, duygularla kurduğumuz ilişkidedir.


Eğer bataklıkta kalmayı hak ettiğinize inanırsanız, o bataklık kurumuş olsa bile kendinizi hep dibe çekiliyormuş gibi hissedersiniz. Eğer sadece kendi çiçek bahçenizi önemserseniz, başkalarının bahçelerini kuruttuğunuzu fark edemezsiniz. İşte bu yüzden, tüm duyguların geçici olduğunu bilmek, içimizde huzurun mekânını açmamıza yardımcı olabilir.


HARİTAYI ÇİZMEK: FARKINDALIK ADIMLARI


Gün içinde, hatta dakikalar içinde duygular arasında hızlı geçişler yaşayabiliyoruz. Bazılarını çok yoğun hissederken, bazıları sadece birkaç saniyelik izler bırakıyor. Gün sonunda ise aklımızda hep en yoğun olan duygu kalıyor. Peki ya o kısa anlarda hissettiklerimiz? İşte gerçek farkındalığımızı geliştirmemiz gereken duygular tam da onlar. Çünkü mutlu bir günün ardından gelen stresli bir günün bizi alt etmesini engelleyecek olan o küçük anların farkına varmak.


Artık her saniye yeni bir uyarana maruz kaldığımız için zihnimizde “olumlu” mekânların alanı küçülmeye başladı. Kaygı, endişe, öfke gibi olumsuz duygular ise daha fazla yer kaplamaya başladı. Peki bu değiştirilemez mi? Elbette değiştirilebilir.


Çoğumuz iş, çocuklar, sorumluluklar derken kendimize ayırdığımız zamanı sadece tuvalette ya da duşta buluyoruz. Hatta o anlarda bile kendimizi yorgun hissedip iki reels izleyip uykuya dalmaya çalışıyoruz. Bir dakika... reels mi?


Evet, dinlendiğimizi sanarken aslında sürekli uyarana maruz kalıyoruz. Minik ama çok değerli anları fark etmeden tüketiyoruz. Şimdi, telefonunuzdaki ekran süresi raporuna bir göz atın. Haftalık ne kadar zaman geçirdiğinize inanamayacaksınız.


Eskiden “boş vaktinizde ne yaparsınız?” diye sorulurdu. Kitap okumak, müzik dinlemek, yazı yazmak, film izlemek gibi yanıtlar verirdik. Oysa bunlar boş zaman değil. Bunlar, içsel farkındalığımızı artıran ve duygularımızı işleyen en kıymetli zamanlar. Gerçek boş vakit, bizi uyuşturan telefon başındaki zaman.


Reels kaydırmak yerine, günün sonunda o gün ne yaşadığınızı ve ne hissettiğinizi bir günlüğe yazın. Gün içinde hissettiğiniz baskın duyguyu düşünün. Onunla nasıl başa çıktınız? Daha iyi başa çıkabilir miydiniz? Bir sayfa bile olsa kitap okuyun, karakterin hisleriyle bağ kurun. Ailenizle yemek yerken televizyonu kapatın ve birbirinizin duygularını dinleyin. Bir hobiyle ilgilenin ve zihninizden geçenleri ona yansıtın.


Elbette dijital çağda yaşarken bunlar anlamsız görünebilir. Kimileri için reels izlemek bile farkındalık yaratabilir. Burada önemli olan: bilinçli olmak. Zihnimize ne giriyor, neyi içeri almak istiyoruz, farkında olmak. Zihinsel kalıpları oluşturan tetikleyicileri tanımak ve onlara karşı bağışıklık geliştirmek. Zamanı kontrol ederek zihinsel aktiviteleri çeşitlendirmek. İşte o zaman, zihinsel haritalarınızın ne kadar düzenli, duygusal pusulalarınızın ne kadar sağlıklı çalıştığını fark edeceksiniz.


İÇSEL YOLCULUKTA KAYBOLMAK VE YENİDEN YÖN BULMAK


Bazen ne yaparsak yapalım, içsel yolculuğumuzda kaybolmuş hissedebiliriz. Bazen kendi ellerimizle ördüğümüz o kapalı mekândan çıkış yolu görünmez hale gelir. Peki böyle anlarda ne yapabiliriz?


Kaybolmak, çoğu zaman olumsuz bir duygu gibi görülür. Oysa ne kadar olumsuz olacağı, bizim ona verdiğimiz anlamla ilgilidir. Bilmediğiniz bir ülkenin sokaklarında kaybolmaktan pek de farklı değildir aslında. Böyle anlarda zihnimizdeki tüm mekânlar yabancılaşabilir, hislerimiz bize tanıdık gelmeyebilir. Bu noktada panik mi yapacağımız, karamsar mı olacağımız yoksa merak ve keşif duygusunu mu seçeceğimiz tamamen bize bağlıdır.


Yeni yollar, sokaklar, mekânlar keşfetmenin heyecanı da olabilir bu kayboluşta; belirsizlikle olduğu yerde kalmayı tercih etmek de. Her iki seçenek de doğaldır. Böyle zamanlarda hepimizin bir desteğe ihtiyacı olur. Kimimiz profesyonel yardım alır, kimimiz sevdiklerimizle vakit geçirmek ister, kimimizse sadece birkaç gün boyunca evcil hayvanıyla sessizliğe gömülmek ister. Hepsi doğrudur. Hepsi kişiye özeldir. Önemli olan hangisiyle iyi hissettiğimizi ve yeni yollar keşfedebildiğimizi bilmektir.


Çünkü bazen yanlış haritalarla yola çıkmışızdır. Bazen pusulamızın bozuk olduğunu fark etmemişizdir. Ama eğer bazı olumsuz deneyimlerin aslında uzun vadede faydalı olduğunu bilirsek, zor duyguların içinde bile yardım istemeyi, yön sormayı, çıkış aramayı zayıflık değil; aksine büyük bir güç olarak görebiliriz.


Benim için kaybolmak nasıldı?Kendimi olumsuzluklarla dolu bir mekâna hapsetmekti. Tüm bu yazdıklarımın farkında olmama rağmen, kendimi hep kaybolmuş ve asla dolmayan bir boşluğun içinde hissettim. Sanki başka bir dil konuşan bir kalabalığın ortasında yalnız biri gibi… O kadar yorgundum ki elimdeki kocaman balyozu fark edemiyordum bile.


Sevdiğim şeyleri yapsam da o balyoz taşıyamayacağım kadar ağırdı. Duvarları nasıl yıkabilirdim ki? Ben de balyozu bir kenara bırakmaya karar verdim. Madem güçlü hissetmiyordum, o zaman bunu kabul etmeliydim. Güçlenene kadar o balyoza değil, karanlık mekânımı nasıl aydınlatabileceğime odaklanmalıydım.


Öfkeyle bir ateş yaktım. Ama alevlerin benden çıktığını fark etmem uzun sürmedi. Madem ışığı böyle buldum, o zaman bu ateşi boşuna yakmamalıydım. Onu hayallerimle, sevinçlerimle harmanlarsam bana zarar vermeyecekti. Ve işte o zaman, tuğlaların arasından çıkan çiçekleri fark etmeye başladım.


Hâlâ o mekânın içindeyim. Ama artık çiçeklerim var. Onları sularken, bir yandan da balyoza bakıyor ve yeniden sokaklar arasında gezebileceğim günü bekliyorum. Sahip olmadıklarımın değil, elimde olanların bana yettiğini bilerek...


Umarım bu yazı, sizin de duygularınızla bağ kurmanıza yardımcı olur. Okuduğunuz için teşekkürler💕

ree

Yorumlar


bottom of page